CUMHURİYET ÖĞRETMENİ
Cumhuriyet ile ilgili paylaşımlar yaptığım zaman bazı arkadaşlarım Cumhuriyet yıllarında halka yapılan zulümden, harf devriminden, medreselerin kapatılmasından, ezanın Türkçe okunmasından, başörtüsü zulmünden v.s. bahsederek her suçu Cumhuriyet ve din düşmanlığı olarak uygulanan Laikliğe buluyorlar. Kimse bardağın dolu tarafını görmek istemiyor. Ya da sorunlardan bahsederek çözüm konusunda tek cümle kuramıyorlar. Bazen de sloganlaşan, uygulama imkânı olmayan söylemlerin arkasına sığınıyorlar.
Bu tavır doğruyu ve eğriyi gelişen sosyal medya aracılığı ile ayırt edebilen gençlerimizin ateist, deist v.s. olmasına sebep oluyor. Bizim çocuklarımızı yanımızda tutabilmemiz için daha fazlasına ihtiyacımız var. Bunu bazı örneklerle açıklamaya çalışacağım. Umarım ki yanlış anlaşılmam ve birilerinin uyanmasına vesile olurum.
Bizim camia için en tehlikeli konudan başlıyayım ki meramımı anlatmam daha kolay olsun. Cumhuriyet kurulduğunda Türkiye’de okuma yazma oranı %3 civarında idi. Bu yüzde %3 kesimin büyük çoğunluğu askerde okuma yazma öğrenenler ile medrese mezunu din adamlarımızdan oluşuyordu. Bazı büyük şehirlerde kurulan liselerden son 100 yılda mezun olanları saysanız nüfusun on binde biri dahi değildi.
Bu durumun biz farkında değildik ancak başta Amerika ve batılı ülkeler farkında idi. Anadolu’nun içlerine dahi Amerikan kolejleri yapılmıştı. Bu okullarda yetişenler de çoğu ajan olan öğretmenlerin tesiri ile hiçbir zaman bu ülke için büyük işler başarmadılar. Daha ziyade edebiyatçı, sanatçı olarak yetişip milletin batı kültürüne hayran olması için çalıştılar.
Padişahlar ise batının makineleşmesi, teknik üstünlüğünü almada geç kalmış olması ve elinde yeterince milliyetçi muhafazakâr elemanı olmadığı için taklitçiliğe, Cumhuriyet döneminde de devam ettiği üzere geriden takip etmeye çalıştılar. Hiçbir zaman ve hızda batıyı yakalayamayacaklarını anladıklarında Almanya ile ortak oldular. Bu durumda bir şey değiştirmedi.
Bu nedenle sanki Cumhuriyetten önce dört dörtlüktük de Cumhuriyet bizi geri bıraktı diye iddia asla doğru değildir.
Cumhuriyet kurulduktan sonra aynı yanlışlığı Cumhuriyet yönetimleri de sürdürdü. Batı taklitçiliği ve suçu din de ve dindarlarda bulma gibi bir yanlışlığa düştü. Önce medreseleri kapatıp, harf devrimi yaparak Latin alfabesini getirerek güya devrim yaptı. Esas sorun milli ve manevi değerlere bağlı kadroların olmamasındaydı. Bunu en az bir yüzyıl fark edemedik.
Japonya, Çin ve Kore gibi ülkeler harf devrimi yapmadan da dünyada süper güç oldular. Dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin hem o kalabalığı doyurduğu gibi hem de süper güç yaptı. Demek ki problem harflerde değilmiş.
Rahmetli Erbakan ve Turgut Özal ile başlayan milli ve manevi değerlere bağlı, milliyetçi kadrolar yetişmeye başlayınca Türkiye’nin kaderi de değişmeye başladı.
Kulakları çınlasın Kayseri Eski Büyükşehir Belediye başkanı Şükrü Karatepe bir konuşmasında “ Türkiye 500 yıldır aynı kültür ile yaşadı. 1980 sonrası ise farklı bir şehircilik, kültür v.s. sahibi oldu. Bizim 1980 öncesi yaşamı ile 1980 sonrası yaşamı gelecek nesillere aktarmamız için biz her iki dönemi de yaşayan kuşak olarak yerine getirmemiz gereken bir sorumluluğumuz var. “ demişti.
Türkiye’nin gayretleri ile Türk Cumhuriyetlerinde 31 harfli bir ortak alfabe kabul edildi. Hadi eleştirin bakalım. Bakın değerli kardeşlerim alfabe değişikliği ile zaten % 3 olan okuma yazma oranı ile din elimizden alınmadı. Bir gecede cahil olmadık. Zaten cahildik. O % 3 okuma yazma bilenlerin içinde Fetö gibi, Kalkancı gibi, Lawrense gibi kişiler de vardı.
Bu gün yüzde 97 gibi okuryazar oranına kavuştuk. Şimdi tekrar yüzde 3 e dönsek o zaman cahil oluruz. Geriye bakmayın ileri bakın. Cumhuriyetin kurulduğu dönemde dini bilgilere ulaşmak için önümüzde seçenek kalmamıştı. Bu yüzden çok zorluk çektik. Bu gün öylemi? Herkes dünyanın neresinde olursa olsun dini bilgiye ulaşmada sonsuz imkân sahibi.
Allah’ı Teala büyük ilim verdiği bir babanın evladına aynı ilmi vermeyebilir. Ya da evlat babası ile aynı düzeyde âlim olmayabilir ki çevremizde bunun örneklerini hepimiz görüyoruz. Liderlerin çocukları kendileri gibi olmuyor. O yüzden kimse bana babadan oğula geçecek bir yönetim biçimini öğütlemesin. Milletin sağduyusu kendisine layık olanı seçiyor, seçtiriyor. Yeter ki biz beynimizi kiraya vermeyelim. Öz eleştiri yapabilen, fikirlerini cesurca savunabilen fikri hür, vicdanı hür, vatanını, milletini, devletini, dinini seven insanlar olabilelim.
Tüm Türk vatandaşları olarak bizlere takılan at gözlüğünü çıkaralım. Bu milleti ne din geri bıraktı, ne de milliyetçilik. Bu millet kendi değerlerinden uzaklaştığı için geri kaldı. Dün bir büyüğüm bir yazı paylaşmış diyor ki” hamalın ipin hesabını veremediği dinden sarayın hesabını sormadığımız güne geldik” diyor. İşte tam da beyni kiraya vermek budur. Birisi 100 yıl önceki harf devrimine bulur suçu, kimisi de Sarayı israf görüp kafayı ona takmış, ikisinin arasında hiç fark yok. İki görüşte günü okuyamıyor. Çankaya köşkünde olan biten anında ABD’nin kulağına gidiyordu şimdi ses geçirmeyen duvarlar, devletin itibarı, güvenlik, Ankara trafiği alt üst olması v.s. desem ikna olmaz. Ona birileri sarayın israf olduğuna inandırmış yani at gözlüğünü taktırmış. Ne söyleseniz para etmez. Diğerinin bir gecede cahil kaldığına inandığı gibi.
24 Kasım Öğretmenler gününde tavsiyemiz neslimizi geleceğe hazırlayacak idealist, milliyetçi, muhafazakâr öğretmenler yetiştirelim ki onlar ülkeyi muasır medeniyet seviyesine ulaştırsınlar. İş öğretmenden başlıyor. Onlar iyi yetişmeli ki iyi insanlar yetiştirebilelim. Öğretmenler bilgi her yerde var, siz ona ulaşmanın yollarını gösterin yeter ki. İyi insan, ahlaklı insan yetiştirelim. Sonrası aydınlık gelecek…
Başta peygamberimiz olmak üzere ahirete intikal etmiş tüm öğretmenlerimize rahmet diliyor, yaşayan çalışan emekli tüm öğretmenlerin günün kutluyorum.
Allah’a emanet olunuz.
Av. Mustafa İlhan
Kayseri Strateji Derneği Başkanı