Her şey evime bir barış çiçeği hediye edilmesiyle başladı. Bir saksı bitkisine göre cüretkarca geniş yeşil yapraklar ve o yaprakların arasından dimdik çıkan, ucu beyaz, ortası tomurcuk, herkesin aşina olduğunu düşündüğüm çiçek. Çiçeğe çok fazla ısınamadığım için başkasına geri verdim ve böylece bu çiçekle olan çekişmeli mücadelem başlamış bulundu. Benim çiçeğimi başkasına vermemle birlikte aynı çiçekten bu sefer başka birisinden tekrar hediye geldi. Hediyeyi görünce önce bir güldüm, sonra tekrar sevdiğim birisine, bana gelen çiçeği hediye ettim. Derken bir tane daha, bir tane daha ve bir tane daha barış çiçeği hediye geldi. Hediye gönderilen özel günler değişiyor ancak hediye hiç değişmiyordu, barış çiçeği peşimi bırakmıyordu. Artık bu çiçeği hediye edecek kimse de kalmamıştı çevremde. Ailem, arkadaşlarım bu durumla dalga geçmeye başlamışlardı bile. Nerede bir barış çiçeği görseler akıllarına ben geliyordum ve etrafındakilere “Bahar barış çiçeklerini çok sever” diye şaka yapıyorlardı. Bu şakaları ciddiye alıp bana barış çiçeği alanlar da oldu tabi. En son iş yerimin de bana barış çiçeği göndermesi ile beyaz bayrağı salladığımda hayatımın önemli derslerinden birisini alacağımdan haberim yoktu.
Teslim oluyorum…
İş yerimin gönderdiği çiçeği güzel bir toprak ile saksıya yerleştirdim ve başladım bu çiçeğin bakımını üstlenmeye. Zaman zaman yaprakları sararmaya başladı, hiç beyaz çiçeğini açmaz oldu. Güzelce sararan yapraklardan temizleyip arındırdım. Susadığında yapraklarını aşağı sarkıtıyor, benimle kendi hal dili ile konuşuyordu. Bir süre sonra fark ettim ki ben de onu sularken onunla konuşmaya, onu sevmeye başlamışım. Yılı deviren birlikteliğimizin ardından şu an 11 beyaz çiçeği ve enfes kokusuyla odama gelenleri hayran bırakmaya devam ediyor. Orkidelerimin, rengarenk çiçekli kalanchoelerim barış çiçeğimin yanında sönük kalıyor. Gelenler barış çiçeğime dokunup gerçek olup olmadıklarını kontrol ediyor.
Kabullenme…
Barış çiçeği ile olan bu serüvenim, hayatı, insanları tekrar düşünmeme sebep oldu. Hepimizin hayatında, “bizim hayatımızda olmamalıydı” diye düşündüğümüz insanlar vardır. Bazen aileden olur bu kişiler, kaçsan kaçamazsın arada kan bağı var. Bazen iş yerinde, görmezden gelemezsin, her gün onunla birliktesin. Bazen arkadaşın olur bu kaçtığın kişi, bazen komşun. Bir şekilde bir hareketiyle, bir söylemi ile rahatsız eder seni. Hayatına yakışmadığını düşünürsün, böylelerinden kurtulduğun da olmuştur, gereksiz gördüğün insanları hayatından çıkardığın da ama vardır çıkaramadıkların az da olsa. Lanetli bir barış çiçeği gibi takip eder peşini. Sonra fark edersin ki bazı şeyler değişmeyecek. Buradan sonra 2 aşama vardır insanın önünde. Birincisi kabullenme. Ne yaparsan yap o oradadır, oradadır işte. Artık hayatından çıkarmak için çaba harcamazsın. Varlığı seni ara ara rahatsız etse de artık kaçmazsın. “Bunu da böyle kabulleneceğiz, ne yapalım…” dersin. Çoğu insan bu aşamada kalır. Artık o kaçtığı kişiden kaçmıyordur ama bütünüyle yükü de kalkmaz sırtından. Biraz hafifler sadece. Asıl mesele ikinci aşamada: yeniden anlamlandırma. O insanın hayatındaki yerini yeniden anlamlandırırsın. Onun seni rahatsız eden tarafına değil, sana huzur, mutluluk, keyif getiren yanlarına odaklanırsın. Onunlayken yapamayacağın şeyleri düşünmek yerine, onunlayken çok güzel yapabileceğin şeyleri planlarsın. Ve böylece o sana yük olmaktan çıkıp, keyifli bir durağın haline gelir. Onları değiştiremeyiz ama onları algılama biçimimizi değiştirebiliriz. Tıpkı barış çiçeğim gibi…
Çok sonradan öğrendim ki barış çiçeği teslimiyeti, kabullenişi temsil edermiş, anlamı barışmak, kişinin ruhunun huzuru bulması demekmiş. Ne kadar da manidar… Huzur barıştaymış.
Harikulade bir hikâye..